Bir Piyanist ile Bir Opera Şarkıcısınınn Yeni Başlayan Dostluğu

Soprano Pervin Çakar, eğitimini Rusya’da devam ettiren genç piyanist Başar Can Kıvrak ile bir söyleşi yaptı. Bu söyleşiyi Blogda Hayat okurları için sayfalarımıza taşıyoruz: 


Bir Piyanist ile Bir Opera Şarkıcısınınn Yeni Başlayan Dostluğu

Başar ile dostluğum uzun yıllara dayanmıyor. Ama  sohbet ederken dediği gibi “neredeyse 10 yıllık arkadaşızmış gibi” devam ediyor arkadaşlığımız. Belki de ilk defa Beethoven ve Saint-Saens dinlediğim zaman tanımak ve güzel bir dostluk kurmak istedim. İyi ki de dinlemişim. İçindeki cevheri keşfetmek hiç de zor olmadı doğrusu. Birazcık dürüst olmak gerek sanırım. Tıpkı Giuseppe Verdi’nin dediği gibi, hem müzikte hem de sevgide mutlaka dürüst olmak gerekir. Bunu düşünerek hayatta ne kadar dürüst olunması gerektiği geliyor aklıma. İşte o zaman hiç keşfedilmemiş insanlara ulaşılıyor, onları tanıma fırsatı elde ediyorsunuz. Tıpkı benim yaptığım gibi. Dünya küçük dediğimde ise Başar Can “Küçük olan dünya değil aslında! Dünyayı nasıl daralttığına bağlı” diyor…

26 yaşındaki bu genç piyanistimiz Yakup ve İpek Kıvrak ögretmenlerimin de oğlu olur: şimdi aklıma hemen küçük bir anı geldi. Gazi Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda Ahmet Say okula gelir müzik egitimi ile ilgili konuşmalar yapardı; Gazi Müzik Eğitim Bölümünde. Daha sonra da müzik ansiklopedilerini tanıtırdı. O zamanlar daha yeni yeni ismini duydugum piyanist Fazil Say’ın babası Ahmet Say’a sordum “Fazıl Say sizin oğlunuz mu?” O da şu yanıtı verdi bana, “Hayır , ben babasıyım!” Aradaki farkı anlamak o kadar da zor olmasa gerekti. Başar Can da Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Bölümü’nde iki eğitimcinin oğlu. Başar Can ile burada kısa ama uzun geceler boyu sürebilecek kadar bir röportaj yaptım. İsmini henüz duymamş olanlara onu daha yakından tanıtmak istiyorum. Çok yakında böyle yetenekli bir piyanistin ismini daha güzel ve büyük yerlerde görürseniz hiç şaşırmayın.

Piyanoyu Bantlayan Piyanist

Pervin: Sevgili Başar seni etkileyen, hayatında iz bırakan müzikler hangileridir?

Başar: Şöyle ki, Beethoven, Schumann, Liszt ve Rachmaninov özellikle kendime yakın bulduğum, çalmaktan hoşlandığım besteciler. Genel olarak romantik dönem ve sonrası. Dinlemekten hoşlandığım besteciler konusunda bir genelleme yapamam çünkü her dönem bestecisini ve müziğini seviyorum. Rus bestecilerin benim için ayrı bir yeri olduğunu söyleyebilirim. Rachmaninov 2. Senfoni vardı; bir ara hatırlarsın, sürekli dinliyordum. Shostakovich 15. Senfoni, Mahler 7. Senfoni, Scriabin 2. Senfoni, Scriabin Piyano Konçertosu, Messiaen Turangalila Senfonisi…

Pink Floyd’a olan özel ilgimi geçersek, Radiohead severim. Arabamda sürekli Jamiroquai çalar. Björk ilgimi çekmeye başladı son yıllarda.Ve bazen elektronik müzik… Ortaokul zamanlarımda bilimum metal grubu dinledim her yaşıtım gibi. Anathema, Opeth gibi grupların hayranı olduğum zamanlar oldu. Slayer’ın bir kaç parçasını, Metallica’nın bir kaç albümünü sevdim. O zamanlar garipti. Ama bunları yazarsan Pervin, beni kimse ciddiye almaz (güler).

“Takıntılı bir şekilde dinlerim”

Evde sürekli Chopin Mazurkalar (Rubinstein kaydı) duyulurdu. Fenalık geçirirdi bizimkiler. Sürekli ama, günde 10 saat…Ben de böyle bir huy vardır küçüklüğümden beri. Hala devam eder. Bir esere kitlenince takıntılı bir şekilde dinlerim. Bu eser hep değişir; mesela, dün Messiaen-Le Banquet Celeste idi… bütün gece bu çaldı. Birkaç gündür de bu. Geçtiğimiz haftalarda Rachmaninov’un 2. senfonisi. 10 gün kadar obsesif bir şekilde dinledim, Previn-Londra Senfoni ve Maazel-Berlin Filarmoni kayıtlarını. Küçüklüğümde de işte bir Chopin Mazurkalar dönemi yaşandı. Mozart’in 3 piyano için konçertosu (Lugansky- Nikolaeva ve Virsaladze çalıyor) ve İdil Biret’in Saint-Saens 2-4. konçertolar CD’si. Lisedeyken bir dönemim Shostakovich 15. senfoni ile geçti… Moskovadaki ilk yılım Mahler 7. senfoni ile… bu müziklerin hepsi beni derinden etkilemiştir. 7-8 yıl önce yaz tatilim yine İdil Biret ‘in Brahms 2. piyano konçertosu kaydıyla geçti… Rusya’ya gittikten sonra başladım diyebilirim opera dinlemeye. Özellikle Rus operaları. Beni çok etkileyen Rus operası ise “Maça Kızı” olmuştur.

Pervin:Piyano çalmaya nasıl başladın?

“Ben piyano çalacağım… Bana piyano çalmayı öğret”

Başar: 10 yaşındaydım. Annem ve babamın hoca olduğu Gazi Üniversitesi Müzik Bölümüne gidiyordum sürekli. Bir gün nereden estiyse, “Ben piyano çalacağım” dedim. Aile dostumuz ve o zamanlar okulda ögrenci olan Ozan abimi “Bana piyano calmayı ögret” diye daralttım. Israrlarıma dayanamadı ve bana bir-iki nota çalmayı ögretti. Bir kaç sene çalıştık, sonra o Amerika’ya gitti ve öğretmensiz kaldım. Bir kaç hoca ile görüşüldü, çalışıldı ama hiç birinde Ozan abideki çalışma zevkini alamadığım için piyanodan soğudum.

“Bu piyanoya asla elimi sürmeyeceğim”

Ortaokulda Tevfik Fikret’e girdim. Burada müzik derslerinde sürekli zaman geçirmek için zorla piyano çaldırılınca artık isyan edip (zaten az önce anlattığım nedenlerden dolayı piyanodan soğumuştum) evdeki piyanonun kapağını bantladım, “Bu piyanoya asla elimi sürmeyeceğim” dedim. Ve piyano konusu kapandı: Huzurlu bir hayat başladı, ortaokul son sınıfın bitimine kadar daha doğrusu. Ortaokul bitti… yazın İzmir’deyim; aile dostumuzun evinde. Benden 6-7 yaş küçük Can Bağdar, evin çocuğu. Kardeşim gibidir kendisi. Piyano dersi alıyor. Bir gün Bağdar derse gitmeden önce annem, olur da ben biraz heveslenirim diye diyor ki; “Başar, Can Bağdar derse gidecek… beraber bir bakın çaldığı parçaya”. Benim de, bir anda nasılsa ilgimi çekiyor oturup calışıyoruz. “Parmağını kırma” falan diyorum; herhalde o yaşta maksat, hava atmak. Can Bağdar derse gidip geliyor, ve diyor ki “Başar Abi dersim çok iyi geçti. İyi ki seninle çalışmışız.” Bunun üzerine aniden gaza geliyorum ve yavaş yavaş, çaktırmadan piyano çalmaya başlıyorum… hala İzmir’deyiz.

Pervin: Bana da İhtilal Etüdü’nü çalar mısın Başarcım?

“İhtilal Etüdü”

Başar: İhtilal Etüdü de nereden çıktı? Nedense Chopin’in Op.10 No.12 do minör, nam-ı diğer “İhtilal” etüdüne takıyorum kafamı… Çalacağım ben bunu, başlıyorum çalışmaya. O gün benim için dönüm noktası oluyor. En son çaldığım eser: Kuhlau’nun fa majör (do majör degil, evet:) bir sonatının ilk bölümünün yarısı ve bu Chopin Etüd’ü calışmaya başlıyorum. Babam, “Oğlum sakatlanacaksın”; annem, “Oğlum ne gerek var sakatlanacaksın”…. endişeliler. Bir şekilde -tabii ki çok kötü bir şekilde- ama baştan sona çalıyorum bu etüdü ve ben piyanist olacağım diyorum nedense. Annemlerin saatlerce benimle konuşmaları… “Oğlum bu yaştan sonra (ortaokul bitmiş) piyanist olunmaz” demeler… Ben cahil cesaretiyle, “Ben olurum siz de görürsünüz” gibi cümleler. Sonuç olarak, o yaşta o seviyeye hiçbir konservatuvar beni kabul etmez bu kesin. Ne yapılabilir? Güzel sanatlar lisesine gidilir, en azından hevesimi alırım… Tevfik Fikret Lisesi’nden Güzel Sanatlara.

“Babamın Polonya’dan getirdiği CD’ler”

Bu arada, babamın zamanında Polonya’dan getirdiği klasik müzik CD’leri vardır. Bu CD’leri dinleyerek klasik müziği çok sevmeye başlamıştım zamanında. Bu CD’lerden bir tanesinin üzerindeki isim: Eliso Virsaladze. Virsaladze kim mi? Benim şimdiki hocam! Dönelim Güzel Sanatlar’a… sonuç olarak bu okula girdim. Hazırlık sınıfındayım. Haftada bilmem kaç saat İngilizce dersleri. Bir yandan Emre Şen’ e ulaşıldı, onunla çalışmaya başlandı.

Hayatıma yön veren isimdir Emre Şen. Benim, Bilkent’in Müzik Hazırlık Lisesi’ne girmem gerektiğini söylemiştir hep. İyi ki sözünü dinlemişim. Güzel Sanatlar’daki hazırlık bitince Bilkent’e girdim… Namık Sultanov ile çalışmaya başladım. Namık Sultanov ile “Rus disiplini”ne adımımı atmış bulundum. Lise 1’in ilk dönem sınavının sonunda “Arkadaşlar, ben gidiyorum” dedi Namık Sultanov… İkinci kez “Ben gidiyorum” diyen bir hoca… ikinci kez Amerika’ya… Tam ona alıştığım anda Namık Hoca da gitti… Şimdi ne yapacağız? Emre Hocam’ın tavsiyesi: Gülnara Azizova (o zaman soyadı Azizova idi; şimdi Aziz. Türk vatandaşı oldu çünkü. Türkiye için çok büyük bir kazanım.) Namık Hoca gittikten sonra Gülnara Hoca ile ışık hızıyla calışmaya başladık… Beni şans eseri kabul etti sınıfına. Onun öğrencisi olmasaydım, şu anda ne durumda olurdum, düşünmek bile istemem.

Ferdi Statzer Yarışması 

İkinci dönemin sonlarına doğru bir derse elinde yarışma broşürüyle geldi. “İstanbul’da bir yarışma var, katılmak ister misin? Program, şu…” Ben de tabii ki hemen kabul ettim. O durumuma göre ağır bir program; 3 eleme. Finalde bir konçerto; konçerto çalmamışım daha doğru düzgün… cahil cesaretiyle soyundum işe…Mayıs ayındayız, yarışma Ekimde. Hazırlandım ve hep beraber gittik İstanbul’a. Sonradan öğrendigime göre yarışma öncesi Gülnara Hoca anneme demiş ki; “Böyle olduğunu bilseydim Başar’ı bu yarışmaya sokmazdım çünkü biraz fazla profesyonel bir yarışma bu Başar’ın durumuna göre”

Pervin: Sonuç ne oldu?

Başar: Neyse işte ilk elemeyi çaldım… anlamsız bir şekilde geçtim İkinci elemeyi çaldım… yine geçtim. Bir şekilde final. Sonuçta 3. oldum. Birinci 30 yaşında, ikinci 28, üçüncü olan ben de 16… 29 ekim günüydü final ve finalde yarışan tek Türk piyanisttim. 5 finalist vardı yanlış hatırlamıyorsam. Bu yarışma piyanistlik hayatımda çok büyük bir yere sahiptir. Bu şekilde başladım Gülnara Hoca ile 7 sene sürecek bir beraberliğe.

Pervin : (Güler) Ne yapıyordum acaba 16’li yaşlarımda? 14 yaşında ben de THM halk müziği yarışmasında birinci olmuştum.

Başar: Gülnara Hoca beni sıfırdan varetmiştir. Sıfır noktasındaki bir piyano ögrencisine yarışmada ödül aldırmıştır. Çok rahat konuşuyorum seninle. İlginç! 10 senelik arkadaşımmışsın gibi konuşuyorum.

Pervin: Piyano senin için ne ifade ediyor, Basarcım?

Başar: Bu konuda yazamıyorum…iki cümle bile yazamıyorum.

Pervin: Ne yani… hiç bir şey ifade etmiyor mu?

Basar: Tabii ki çok şey ifade ediyor. İfade etmeseydi bu işi yapar mıydım ?

Pervin: Çalarken ne hissedersin?

“Çalarken sevdiklerim aklıma gelmez”

Başar: Müziği ne kadar çok sevdiğimi.. Çalarken kendimi müziği yöneten biri olarak görürüm, orkestra şefi gibi. Olabildiğince “kafa” ile çalmanın önemli olduğunu düşünürüm. İçten ve kalpten çalmak ne kadar önemliyse düşünerek çalmak da o kadar önemlidir diye düşünürüm. Çalarken sevdiklerim aklıma gelmez sanırım… Dinlerken gelebilir ama çalarken degil. Ama işte bunları yazarsak “Ne kadar odun bir müzisyen” diyecekler… önyargı oluşucak insanlarda (Güler)

Pervin: Neden oluşsun ki önyargı? Kimileri çalarken düşünür sevdiklerini, kimileri de dinlerken. Ya da her ikisi birlikte, kim bilir belki de hiç bir sey düşünmezler ne çalarken ne de dinlerken.

Başar: Yani müzik dinlerken hissettiklerimle, çalarken hissettiklerim aynı değil; onu demek istiyorum. Bu, “Hissetmiyorum, içimden geldiği gibi çalmıyorum” anlamında değil. Moskova’da bir hocamız, “Tamamen içinizden geldiği gibi çalarsanız sahnede, kendinizi kaybedersiniz, cok güzel çaldığınızı zannedersiniz ama seyirciye giden dümdüz sesler olur” der. Anlatabildim mi bilmiyorum? O müzikten hissettiklerimi seyirciye aktarabilmek için daha soğukkanlı ve analitik yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. İşin mutfağının çok önemli olduğunu da.

Rus ekolü müdür?

Bir yer düşün, bir Chopin Noktürn’ün başı mesela. Chopin Op.55 No: 2… Noktürn, örneğin. O Noktürn’ün başındaki Si bemol notasını kaç kere çalmak gerekir çalışırken, dinlemek bir daha çalmak, bir daha dinlemek… Mutfak derken bundan bahsediyordum. Sadece notaları öğrenip çıkıp sahnede çalmak değil yani olay. “Tamamen içinden geldiği gibi”: Bu da değil. Bu benim görüşüm. Rus ekolü müdür, bilmem… aklın yolu bir. Ama, evet şunu diyebilirim ki, Rusya’da bu işler böyle oluyor.

Pervin: Neden Moskova’ya gittin? Neden böyle bir tercih yaptın?

Moskova… Soğuk Kış Günleri

Başar: Neden Moskova? Çünkü, ben Bilkent Müzik Hazırlık Lisesinde okuduğum zamandan itibaren, sonrası için arayıştaydım. Gülnara Hoca, ileride Elisso Virsaladze ile çalışırsam cok iyi olacağını düşünüyordu. Lisans eğitimimin son iki senesi Virsaladze ile bağlantı kurduk. O, Moskova’da ders veriyordu. Özellikle Moskova’ya gitmek gibi bir planım yoktu yani.

Pervin: Yaşadığın zorluklar neler oldu? Kaç senedir oradasın? Rusçayı öğrendin mi? Naz drovyaaa!!! vodka- müzik- soğuk kış günleri… Seviyor musun Moskova’yı?

Başar: Moskova’ya bayılıyorum diyemem ama ilginç bir şekilde özlüyorum. Sonuçta artık hayatım orada geçiyor birkaç senedir. Rusçayı da “eh işte” öğrendim. Zorluklar… gerçekten özellikle geçtiğimiz sene çok soğuktu. Çok çok zordu çünkü kış çok uzun sürdü. İklim dışında da yurtdışında yaşamanın tipik zorluklarını, herkesin yaşadığı zorlukları tabii ki yaşadım. Yeni bir ülke, yeni bir dil, yepyeni ve çok garip bir kültürel yapı.

Pervin: Müzisyenler genelde kendilerinin anlaşılmaz insanlar olduklarını iddia ederler. Sen ne düşünüyorsun bu konu hakkında?

Başar: Benim öyle bir iddiam yok. Bir müzisyen de anlaşılmaz olabilir, bir iç mimar da anlaşılmaz olabilir, sigortacı da, oto galeri sahibi de…

Pervin: Hedeflerin ve hayallerin nelerdir?

“İyi… Gerçek Müzisyenlik”

Başar: İyi bir müzisyen olmaya çalışıyorum. Bu yüzden Moskova’dayım aslında. Orada inanılmaz bir eğitim var. “Tam” bir eğitim. Hedefim, “iyi müzisyen” olmak. Bu çok basit duyuluyor kulağa… ama “iyi – gerçek müzisyenlik” o kadar derin ki aslında. Çok fazla vasfın birleşiminden oluşuyor bu kavram. İşte ben de bu vasıflara sahip olmaya çalışıyorum, umarım gerçekleşir. Zaten bu işle uğraşan herkesin hayalidir bilmem kaç bin kişilik salonlarda çalmak, kayıt projeleri, tanınmak, bilinmek, insanlara kendi müziğini dinletmek. Kısacası herkes bunları hakettiğini düşünür. Bazen hakeden bir müzisyen bunları elde edemeyebilir. Haketmeyen ise elde edebilir bu dediklerimi… “Ben bunu hayal etmiyorum” demek samimiyetsizlik olur tabii ki. Sahnede olmayı seviyorum. Hayalim, sahneye daha çok çıkmak, daha çok konser vermek diyelim.

Röportajı yapan: Soprano Pervin Çakar

Başar Can Kıvrak hakkında bunları biliyor musunuz?

Başar Can Kıvrak, 1985 Yılında Ankara’da doğdu. Orta öğretimini Ankara Özel Tevfik Fikret Lisesi’nde tamamladı. 10 yaşından itibaren 2 yıl Ozan Bilen ile piyano çalıştı. 2000-2001 öğretim yılında Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesine girdi. Bu okuldaki bir yıllık öğrenciliği sırasında Emre ŞEN ile piyano çalıştı. 2001-2002 Öğretim yılında Bilkent Üniversitesi Müzik Hazırlık Lisesinin sınavını kazanarak Namık SULTANOV’un piyano sınıfına kabul edildi. Bir dönem sonra Gülnara AZİZ’in öğrencisi oldu.2002 Ekim ayında İstanbul’da düzenlenen 1.Uluslararası Ferdi Statzer Piyano Yarışmasında Üçüncülük ödülü aldı.Daha sonra çeşitli illerde ve KKTC Turizm ve Çevre Bakanlığının daveti üzerine Kıbrıs-Bellapais’de resitaller verdi.

2004 Aralık ayında Yamaha Music Foundation of Europe tarafından düzenlenen “Yamaha Bursu” yarışmasını kazandı. 2005 Nisan ayında Sofya’da düzenlenen 2. Uluslararası Genç Virtüözler Piyano Yarışmasında “Grand Prix” (Büyük ödül) aldı. 2005 Ağustos ayında Devlet Sanatçısı Gülsin ONAY ile çalıştı. Bodrum-Gümüşlük Uluslararası Klasik Müzik Festivalinde bir konser verdi.
İdil Biret, Gülsin Onay, Özgür Aydın, Emre Elivar, Muhiddin Demiriz, Kamerhan Turan, Michael Roll, Dimitri Alexeev, Oxana Yablonskaya, Dmitris Sgouros, Walter Groppenberger ve Eliso Virsaladze gibi piyanistlerin master class çalışmalarında yer aldı.

Bilkent Gençlik Senfoni Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Senfoni Orkestrası ve Bilkent Senfoni Orkestrası ile solist olarak çaldı. 2008 Mayıs ayında Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Piyano Bölümünden Gülnara Aziz’in öğrencisi olarak mezun olan Başar Can KIVRAK, bu okuldaki öğrenimi süresince André Sommer ile eşlik, Elena Gnezdilova ile oda müziği çalıştı.
Başar Can Kıvrak 2008 yılından itibaren çalışmalarına Moskova Çaykovski Devlet Konservatuvarında Prof. Elisso Virsaladze ile devam etmektedir.

Klasik Müzik içinde yayınlandı | , ile etiketlendi | Yorum bırakın

Blogda Hayat Okurlarına

Blogda Hayat’taki yazılarıma bir süredir ara vermiş durumdayım. Bunun nedeni de klasik müzik dergisi “Neo Filarmoni” için yaptığımız çalışmalar. Eylül 2011’den itibaren “Neo Filarmoni”de buluşmak dileğiyle.

Uncategorized içinde yayınlandı | Yorum bırakın